Monday 25 January 2010

Basbakanimizin uslubu

Bir-iki gun once haberlerde Basbakan Recep Tayyip Erdogan'in Tekgida-Is Baskani Mustafa Turkel'e cevaben yapmis oldugu konusmayi okudum. Ancak gecen bir-iki gunde bu konusmaya cok kafam takildi. Basbakanimizin uslubu kendi ruh halini ve AKP'nin ulkemize bakisini ne kadar iyi ozetliyor degil mi? Kopyalamadan edemeyecegim:


"Akşam Tekgıda-İş'in Başkanı 'Biz gerekirse hükümet deviririz' diyor, şu ifadeye bak. 'Şu anda diyor, dün yaptığımız görüşmede genel grev kararı almadık, genel eylem kararı aldık, genel grev kararı alırsak hükümet devrilir...' Şimdi bu ifadeye ne denir? Bu mantıkta olan bir sendikacının bu ülkenin istikbalini, aydınlık yarınlarını düşünme diye bir derdi olabilir mi? Bunlarla siz nasıl masaya oturursunuz? Neymiş, 'Hükümet devirirmiş'. Sen avucunu yalarsın, avucunu. Neyi deviriyorsun sen? Bunlar ülkeyi sadece kendilerinden ibaret zannediyorlar. Bu AK Parti 15 milyon vatan evladının, seçmeninin oyunu alarak iş başına geldi. 15 milyonluk temsilcisi olan AK Parti hükümetini devireceksin. Senin kaç tane üyen var ya, sen ne ile konuşuyorsun ve bizi, bu kadar işçisine, memuruna yakın bir iktidar olan AK Parti hükümetini bununla tehdit edeceksin. Önce haddini bil. Haddini bil ve bizi söylemeyi düşünmediğimiz ifadeleri kullanmaya mecbur etmesinler."

Sunday 24 January 2010

Yine bir 24 Ocak

Ugur Mumcu'nun artik iyice ortaliga cikmis belgelere bakilirsa Iran baglantili karanlik ve anti-laik gucler tarafindan katlinin onyedinci yili.

Ugur Mumcu'nun Cumhuriyet'teki Gundem kosesini devralmis Mustafa Balbay'in tutuklulugu ve dolayisiyla Gundem kosesinin bos kalisinin da neredeyse birinci yili.

Tabii ki Gundem'in bos kaldigini soylemek dogru olmaz cunku Balbay'in Silivri'den yazdigi ve bilgisayar kullandirilmadigi icin mektupla gonderdigi yazilari haftanin bir kac gunu kosesinde yayimlaniyor.

Bugunun 24 Ocak olmasi vesilesiyle Balbay Mumcu'ya bir mektup yazmis.

Okumayan kalmamali diye dusunuyor ve asagiya kopyaliyoruz.

----------

GÜNDEM

MUSTAFA BALBAY

Uğur Mumcu’ya Mektup

Merhaba Uğur Ağabey,

Aramızdan alınışınızın 17. yılındayız. Anımsarsınız, yıldönümlerinde size seslenmeyi gelenek edindim. Ama bu yıl farklı bir yerden yazıyorum.

Sizin de sık sık vurguladığınız yaklaşımlardan biri şuydu:

Nereden gelirse gelsin, amacı ne olursa olsun, terörün her türlüsüne hayır.

Bu ilkeyi doğal olarak ben de benimsedim, yeri geldikçe yazdım, söyledim.

Gelin görün ki, gazetemiz Cumhuriyet “terör örgütünün gücü,” Ankara Temsilcisi ve yazarı olarak ben de “terör örgütü üyesi” suçlamasıyla karşı karşıyayız!

Durumu sizin başınızdan geçen bir olayla özetlemeye çalışacağım.

Yazmıştınız, bana da evinizdeki bir akşamüzeri çay içimi sohbetinde anlatmıştınız... 1970’li yıllarda savcılık bir yazınız nedeniyle hakkınızda dava açmış, tutuklama emri de çıkarmıştı. Yazınızdaki “suç unsuru” olan tümce şuydu:

“Türk Ordusu uyanık olmalıdır.”

Siz, ifade verirken soruyorsunuz: “Bunun neresi suç?” Şu karşılığı almıştınız:

“Siz uyanık olmalı derken, ordunun şu anda uyumakta olduğunu iddia etmiş oluyorsunuz...”

İşte bu anlayış; biçim, anlam, içerik ve hedef değiştirerek varlığını sürdürüyor.

***

Türk basınında bilgisayarı günlük gazeteciliğe ilk sokan kişilerden biri siz oldunuz. Onu besleyen teknolojik gelişmeleri de yakından izliyordunuz.

Yazı tarama cihazınızın özelliklerini anlatırken, bilgiye, belgeye kavuşma olanaklarının genişliğini düşünüyor, nasıl da seviniyordunuz.

Bugün bir gazetecinin bilgi-belge sahibi olması suç. Tabii hemen soracaksınız:

“Ben elimdeki bilgi-belgeler, dokümanlar için evimin yanında ayrı bir daire satın almış, burayı çalışma yeri haline getirmiştim. Yaşasaydın, onca yazı-kitap kaynağından suç üretebilirlerdi, öyle mi?”

Görünen o!

Gözleriniz yerinden fırlayacakmış gibi sormaya devam ettiğinizi görür gibiyim:

“Bilgi sahibi olmadan, nasıl fikir sahibi olunur?”

Artık, fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmaya gerek yok. Taraf sahibi ol, fikir sahibi de oluyorsun. Daha doğrusu, fikir sahibi olmana da gerek yok, ezber sahibi ol yeter.

Medya ile ilgili yazacak o kadar şey var ki. Şöyle özetleyebilirim:

Yandaş medyadan tekelciliğe kadar yazdığınız her şey katlandı.

Kaça katlandığını söylemek zor. Katlanamayacak bir hale gelmekte olduğunu söylemekle yetineyim.

***

Sevgili Ağabey,

Katledildiğiniz yıl, pek çok aile, doğan çocuklarına Uğur adını verdi. Onlardan beşini tanıyorum. Yıllarca onları bir çocuk gibi sevdim, öyleydiler. Kalpleri yurt sevgisiyle çarpan pırıl pırıl anne-babaların, gözleri parlayan aydınlık yüzlü çocukları...

Artık onlar da büyüdü, delikanlı oldu.

Neredeyse bir kuşak...

Aldığımız yola bakıyorum; ilk dikkatimi çeken, 80 gözlü demir parmaklık!

“Uğur”lamanın ardından pek çok yazınız bayraklaştı. Bunların arasında, 25 Ağustos 1975’te Cumhuriyet’te yayımlanan “Sesleniş” başlıklı yazınız ayrıca öne çıktı.

Yazınızda, “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” diyordunuz.

O yazıdan kimi bölümleri paylaşmak isterim:

“Ölümcül hastaydık... Hukuk sustu. Vicdan sustu. İnsanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

...Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine... Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...”

Halk sizi unutmadı...

Unutmadı ama...

Sizinle ilgili pek çok karikatürden Ali Ulvi’ninki geliyor gözümün önüne ilk...

Önde siz... Kellenizi koltuğunuza almışsınız, elinizde kalem... Tek başınıza yürüyorsunuz. Arkanızda, hissedilir uzaklıkta, halk yığınları var. “Yürü aslanım”, “Arkanızdayız” diye bağırıyorlar...

Halk keşke arkanızda değil...

Yanınızda olsaydı!..